BİLİM ARASI #5: PEKİ BİZ ŞİMDİ SİMÜLASYONDA MIYIZ?

Açık Bilim Podcast - Un podcast de Podfresh: Tevfik Uyar - Açık Bilim

Her geçen gün daha gerçekçi olan bilgisayar oyunlarına bakınca, insan merak ediyor: Acaba bir gün oyunlarda tüm bilincimizle sanal bir karakter olarak yer alabilir miyiz... Peki... Ya zaten böyle bir oyunun içindeysek? Çağımızın önemli girişimcilerinden Elon Musk'ın simülasyonda yaşıyor olabileceğimizi söylemesiyle milyonların gündemine oturan bu şüphe yeni değil. Bugünlerde popüler olan "dijital simülasyon" fikri... Oysa tarihte, başka akıllı canlıların tiyatrosunda yaşadığımızı öne sürmüş olan pek çok hipotez var. Mesela dinler. Aslına bakarsanız cennet cehennem fikrine dayanan bütün dinler, insanların geçici bir simülasyonda olduklarını varsayar. Bu dinlere göre esas sonsuz yaşam, bu fani simülasyonu terk ettikten sonra başlayacak. Başka bir deyişle: Bu dinlerin mensuplarına göre Tanrı'nın simülasyonundayız. Bir de hayvanat bahçesi hipotezi var. Uzayı keşfimizin hızlandığı 20. yüzyıl başlarında öne sürülen bu hipoteze göre; Dünyamız başka bir gelişmiş medeniyetin laboratuvarı olabilir... Peki günümüzde simülasyon hipotezi dediğimizde neyi anlıyoruz? Siberpunk edebiyatının büyük ustası William Gibson'un Sprawl üçlemesinde "siberuzay" olarak kurguladığı, meşhur Matrix üçlemesine de zemin oluşturan, "dijital fiziksel gerçekliği" anlıyoruz... Yani dünyamızın ve hatta tüm evrenin bilgisayar ortamında yaratıldığı, bizlerin de bu bilgisayar içerisindeki "simüle edilmiş bireyler" olabileceği fikrini. Elbette "somut kanıtı" olmayan bu fikir, o kadar da imkânsız değil. Beynimizin gerçekliği duyu organlarımızdan aktarılan elektrik sinyalleriyle algıladığını biliyoruz. Şizofrenlerde olduğu gibi, beyin kimyası değişince bu gerçekliğin değişebileceğini de. Teknoloji böyle ilerlemeye devam ederse insan beyni ile bilgisayarlar arasında muazzam bir iletişim kurabileceğimizden de ümidimiz var. Yani, bu dünyada bir simülasyonda olalım ya da olmayalım, bir gün bizlerin gerçekçi simülasyonlar oluşturmayı başaracağından şüphe yok. Peki ya bu noktaya zaten ulaşıldıysa? Eğer bir simülasyondaysak, sorumuz "simülasyonu yapan ve bizleri içine tıkanlar kimler?" haline geliveriyor. Hayvanat bahçesi hipotezine göre "gelişmiş uzaylı medeniyetler"di. Bunun bir türevi olan, Stephen Baxter tarafından ileri sürülmüş "Planetaryum Hipotezi"ne göre, zaten gezegenimiz başlı başına bir simülasyon içerisinde ve bizler de deney faresiyiz. Gözlemlediğimizi sandığımız evren de bize izletilen bir film (ve bu yüzden de uzayda başka bir medeniyet olmadığını düşünüyoruz. Yani "madem uzaylılar bu kadar bol, hani neredeler?" diye soran Fermi'ye de bir yanıt aslında). Felsefeci Nick Bostrom'a göreyse, simülasyonun mimarları bizzat torunlarımız olabilir. Teknolojide çok ilerilere erişmiş torunlarımızın, geçmişini anlamak istedikleri için atalarını simüle etmeleri gayet olası. Hatta torunlarımız artık insandan öte bir forma geçmiş olabilirler ve bu simülasyonu "önceki formlarını" merak ettikleri için kurmuş olabilirler. Bilimkurgu dünyasına bakarsak konunun daha başka açılardan işlendiğini görüyoruz. Mesela Matrix üçlemesinde, simülasyonu kontrolden çıkmış yapay zekâ toplumu yaratıyor. Amaçları da insanlardan enerji elde etmek ve bunu yapabilmek için de insanları "gerçek dünya" sandıkları bir hapishanede tutuyorlar. Daha kötüsünü de ben söyleyeyim: Belki de bizim simülasyonumuz herkesin simülasyon üretebildiği bir çağda, simülasyon dersi için proje hazırlayan bir çocuğun ürünüdür. Ve siz bunu dinlerken dersin öğretmeni projeyi beğenmeyerek "kendi gezegenini bu kadar hor kullanan ve yok eden gerizekâlı bu tür hiç mantıklı olmamış. Bence bunu sil ve git ödevini yeniden yap" diyebilir. Yeri gelmişken, planetaryum hipotezini konu alan "Yüz Elli" adlı bir öyküm var. Ödül de alan bu öyküyü internetten ve "Tek Kişilik Firar" adlı kitabımdan okuyabilirsiniz.